the outfit (2022)
film girişleri önemlidir. en azından benim için. hani bir ev ya da mekanın daha en başında, girişte o mekan hakkında iyi kötü, güzel-çirkin, ferah-kasvetli, temiz-kirli bir fikriniz, bir önyargınız olur. işte filmlerde de aynısı olur bana. ona göre filmi ya çok severim yahut yarıda bırakırım. bu filmi mesela sonuna kadar pürdikkat izledim. hatta o bahsettiğim girişteki hal ve hareketleri aldım bizim kadim coğrafyaya uyarladım. sanki makastar leonard değil de askeri dikimevinden emekli terzi hüseyin vardı başrolde.
emekli olunca hem oyalanmak hem de evde hanımın dırdırını çekmemek için akşamları ve hafta sonları pişbirik oynadığı şen kardeşler kıraathanesi'nin bitişiğindeki küçük dükkanı kiralamış. sabah erkenden dükkanı açıyor. çayını demliyor. akşamdan kalan bir kaç kumaş parçasını süpürüp kahvaltıya başlamadan işe başlıyor. her gün düzenli olarak gideceği ama canı istemezse de gitmeyeceği çorba kaynatmaktan çok vakit geçirmek amaçlı küçük bir dükkan. insana emekli olduğunda yapabileceği işler için feyz de veriyor bir yandan. böyle minik ama mütevazı dükkan. bir iki eşin dostun gelip gittiği alelade, mazbut bir hayat.
tabi filmimizin benim çizdiğim bu yeşilçam senaryosuyla uzaktan yakından alakası yok. terzi leo aslında ingiliz varoşlarındaki bir kan davası nedeniyle amerikan illerinden şikago'ya göç edip sıfırdan tarih yazan bir makastardır kendi deyiminle. terzi değil, lütfen! makastar.
ama ve lakin kutuplardan basık, ekvatordan şişik dünyanın kaidesidir bu; paranın parayı çektiği gibi bela belayı, sakınan göz çöpü kendine çekiyor.
yaşlı leo'nun en yağlı ve sadık müşterisi bir mafya babasıdır. dolayısı ile olaylar bu meyanda ama tek bir odada cereyan eder 1958 kışında.
ama ne cereyan?
tek mekan çekimlerinin mayası iyi tutturulursa süper oluyor tutmazsa da çöp. ortası olmuyor yani. ben şanslıydım genelde bu tür filmlerde. 2013-locke, 2018-den skyldige, 2019-7anos ilk aklıma üşüşenler.
bu film de işte, aceleniz yoksa şayet bir bataklık gibi ağır ağır çekiyor sizi içine. ilmek ilmek dokuyor hikayeyi. evet kara bir film. ama komedi değil. yer yer dram. ha gönül ister ki silahlar hiç patlamasın, gökten hep çiçekler yağsın. ama be güzelim yaşadığımız dünyanın pürmelali bu. elbet pek çok filmde olduğu gibi mesaj kaygısını satır arasında işlemesini iyi bilmişler. masraftan ve klişeden kaçınmamışlar.
ha bana kalırsa.....DİKKAT SPOILER ÇIKABİLİR...
......
....
..
bana kalırsa diyorum korku filmlerinin klişe final sahnelerinden "ölenin tekrardan dirilmesi" sahnesi gereksiz olmuş. ha böylece makastarımızın, bir terziden ve manipülatörden daha fazlası olduğunu nasıl öğrenecektik?
e onu da bi zahmet senaristler, yönetmenler oturup düşünsünler. her şeyi devletten beklemesinler. o sahneye kadar saat gibi işledi yoksa filmimiz. mekan, zaman, karşılaşma, çatışma finale yakın suprayz üstüne suprayzlar falan hep fevkaladenin fevkındeydi. ama işte saçını inek yalamış çocuk kalkmayacaktı yerden müdür. ben onu bilir onu söylerim. sırf buradan not kırıyorum. yoksa yahşi film. notum da 7/10. evet.
öte yandan ve arada ingilizlere laf sokulan ince espriler, göndermeler. hazır cevaplar. kelime oyunları falan. hep başarılıydı.
son tahlilde sıkıcı pazar öğleden sonralarıma iyi geldi bu film.
ve gitmeden bir şey daha: kotçuları ve ikitelli tekstilcilerini sinir edecek ama terzilerin de bir gerçeğini ortaya koyan ve ayrıca beni ve roy boyle abiyi güldüren diyalaogla konuyu bağlayalım.
+ bana ingiltere'den neden ayrıldığını hiç söylemedin?
- saldırı altındaydı.
+ naziler mi?
- daha kötüsü. isimleri kot pantalondu.