23.10.2016

5+1: film banyosu

dün akşamüstü kendime bir güzellik yaptım. aylar sonra the end'e uğradım. kiminin yönetmenine, kiminin oyuncusuna ve bazılarının da kapağına bakarak altı adet film aldım. kasadaki abiye "ücreti eksik aldınız galiba" diye doğrucu davutluk yaparken filmlerden beş tane alana bir tanesinin bedava olduğunu öğrendim. sevindim. eve geldim. biraz peyami safa okudum. biraz limonlu ıhlamur içtim. güzeller içinden woody allen'ı seçtim.
ve sırayla izlemeye başladım...
.
1- cafe society (2016):

yıl :1930 yer: amerika. yüksek sosyetenin aurasında anlatılan bir aşk filmi. klasik, biraz umutsuz çokça karmaşık bir aşk hikayesi. hani biraz zorlasak aşk-ı memnu'ya yelken açabiliriz.
umutsuz aşk dedik ama hayır. zengin kız, fakir oğlan aşkı değil. ikisi de fakir. ama idealist. sonra zengin oluyorlar. ama mutlu olamıyorlar.

film, bir şaheser değil. ama işte bir woody allen filmi sonuçta. yer yer mizahi öğeler öne çıkıp gülümsetiyor. bazı zaman diyaloglar düşündürtüyor.
öylesine keyifli film. ben sevdim son tahlilde. kim bilir belki siz de seversiniz.
ayrıca filmin içinde hafızama çizdiğim şu kelamlar da ediliyor ;

- bazı soruların cevabını duymak istemezsin.
-zaman geçer. hayat devam eder. insanlar değişir.
.
.

2- equals (2015) :

"aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk" temali bir bilim kurgu. inanmayacaksınız ama bunu da sevdim. bilim kurguları zaten severim. içine aşk sosu da kıvamında eklenirse sıkılmadan izlerim.
filme gelirsek; içinde az biraz the lobster sosu, biraz da perfect sense kurgusu olan ilk bölümü yavaş akan ikinci bölümde sizi içine çeken bu "ütopik" film, mevcut dünyadaki açgözlülüğün ve şiddetin penceresinden adeta geleceğin dünyasının fragmanlarını sunuyor.
.

- aşkın böyle hissettirdiğini hiç bilmezdim. sanki etrafında bir kasırga dönüyor gibi hissediyorsun.
.

3- complete unknown (2016) :

aslında değişik konusu ile çarpıcı bir film olacakken nedense sonunu yahut gelişme bölümünü üzerine pek düşmeden, sanki aceleye getirmişler gibi yaptıklarından bittiğinde "eee bu muydu şimdi" diye kalıyor insan.

rus romanlarındaki uzun girizgahlara benzer şekilde farklı yerler, farklı yüzler ve olaylarla acaba nereye varacak diye sizi meraklandırıyor önce gilm. ve belli bir nokta da bombanın pimini çekip doğum gününün ortasına bırakıyor. gerilim hafiften tırmanıyor. keyifli bir olacak galiba diye ellerinizi ovuşturduktan sonra pause tuşuna basıp bir çay daha almaya içeri gidiyorsunuz. sonra pause bir daha işliyor ama film geri gidiyor sanki. tempo yeniden düşüyor bir acayip finalle de bitiyor. ulan diyorsun o ikinci çayı almaya gitmeseydim keşke!

tek başına "görevimiz tehlikecilik" oynayarak kılıktan kılığa girip ülkeden ülkeye dolaşan, bu şekilde gerçek kimliğini arayan bir hanım kızımızın acaba yanlış mı yaptım deyip o'nu öldü zanneden ilk aşkının yanına dönmesi sonucu gelişen ya da gelişemeyen olayların anlatıldığı bir "acayip" film.

filmin tamamını ne rachel weisz'in güzelliği ne de deny glover dayının kısa süreli esprileri kurtarıyor. hani izlemezseniz bir şey kaybetmezsiniz.
öyle yani.




ha unutmadan; filmin benim için en ilginç yanı beşiktaşımızın eski teknik direktörü slaven biliç'in başrolde oynamasaydı!
bu kadar mı çift yaratılır insanlar.

.

4- genius (2016)

jude law, adamım benim! tutkulu bir yazarı müthiş canlandırmış bu filmde. keza nicole kidman histerik bir aşığı.

kendi hikayesinde akıp gidiyor film. bir baş yapıt değil elbet ama yazmayı, edebiyatı seviyorsanız oyunculuklar zaten müthiş. 
caz sahnesi yine müthişti bence.


ve son olarak filmin başından uzuun bir alıntı;
“bir taş, bir yaprak, yitik bir kapı; bir yaprak, bir taş, bir kapı. ve tüm unutulmuş yüzler.
biz bu sürgüne çıplak ve yalnız geldik. karanlık rahminde anamızın yüzünü göremedik; hapis olduğumuz etinden kurtulup bu dünyada kelimelerle anlatılmayan hücre hapsine mahkum olduk.
hangimiz kardeşini tanıdı? hangimiz babamızın yüreğinin içine baktı? hangimiz ebediyen hücre hapsine mahkum olmadı? hangimiz her şeye ebediyen yabancı ve yalnız değil?
… ey rüzgarın savurarak getirdiği bedbaht hayalet tekrar geri gel.” 
.

5-julietta (2016) :

kapağında almodovar ismi var diye aldım açıkçası.
pişman mıyım? değilim.
beğendim mi? beğendim.
daha iyi olabilir miydi? olabilirdi elbet.
ama ve yine de julieta'yı da keyifle izledim doğrusu.
hikayenin ne olduğuna değil nasıl anlattığıma bakın diyor adeta almodovar dayı. en azından ben öyle anladım. sizi bilemem ?


-  yokluğun hayatımı tamamen dolduruyor ve onu yok ediyor.
.

6- opiseu (2015) : 




bir kore gerilimi. 10/6.
izlemeyen bir şey kaybetmez. izleyen de kazanmaz.
öyle işte.
.