31.01.2016

grandma (2015)

bir izlanda ve bir ingiliz filmine başlayıp ilk çeyrek saatlerinde çıkmak zorunda kaldıktan sonra tesadüfen buldum grandma'yı..
hani siz çılgın türkler nasıl dersiniz?  o la la...  işte öyle harika, bir film grandma..
.
bi'kere büyükkanne harika. ha biraz ağzı bozuk belki ama. olsun. hangimiz sevmedik!
kısaca, armut dibine düşer sözünü amerikalılar almış film yapmış.
bir torun-büyükkanne komedisi.
.
ama ve son tahlilde keyifli bir film.
yarın pazartesiymiş, sendrommuş sktiredin bir buçuk saatliğine.  oturun izleyin filmi.
adamın canını sıkmayın!


- senin ciddi anlamda sinir problemin var.
- hayır yok. puştlara karşı problemim var. insanlar puştluk edince sinirleniyorum.

30.01.2016

hepimiz akrebiz


bir belediye otobüsünün en arka koltuğuna oturmuş juno'nun sivri, hınzır ve cüretkar yorumuyla akrepler hakkında bilmediğim her şeyi öğreniyorum!

henüz sayfa 24te tutamadım kendimi. hatta dedim ki şoföre; " kaptan müsait bir yerde" 
"minibüs mü lan bu" dedi. aldırış etmedi. 
ben de durumun müsebbibine yazarım dedim. açtım maili, yumdum gözümü.
yok önce resmi çektim. sonra maili açtım
dedim ki kendime; "peki ama ne yazayım?"
içim dile geldi o sırada ; gerçeği, yalnızca gerçeği...

kitap öyle şahane. ama öyle sivri dilli ki, sevinsem mi üzülsem mi bilemedim.
hınzır yorumlarda misal gülmekten kırıyor ama ve öte yandan sivri ve cüretkar yorumlarla toprağın yedi kat altına gömdüğünde akrepleri " yok yahu o kadar mı kötüü" dedirtiyor.
türk sineması tadında yani. gülerken ağlatıyor. ağlatırken güldürüyor. öyle deli kitap..

ama ve son tahlilde çok nefis olmuş. iyi ki yazmış bu kitabı juno. iyi ki okuyorum. again, again...
.
şarkısız olmaz elbet. 
ve elbetteki scorpions...

26.01.2016

beklemeyin canım insanlar

candan erçetin'in en güzel şarkısı bence.
di'mi ibrahim?
.

18.01.2016

joy (2015)

rocky serisinin dram-komedi versiyonu.
vuruyorlar, vuruyorlar ama kadın düşmüyor. hani mahsun kırmızgül çekse pek bir anlamlı olurmuş film. nihayetinde zafer yıkılmayıp ayakta kalanın, inananın oluyor!
ha jennifer lawrence performansı çok iyi. güzelliği ateş gibi. o ayrı.
.
filme gelirsek;
sabahtan akşama kadar brezilya dizisi izleyen ruh hastası bir anne.
huysuz,aksi,lanet bir baba.
evin bodrumunda yaşayan asalak bir eski eş.
yetmezmiş gibi üstüne iki de çocuk.
ama zihni sinire taş çıkartan zehir gibi bir beyin;joy.
ağacı yaş iken eğen, bilge kişilik bir büyükanne ekseninde dönen tipik bir amerikan rüyası.
.
her rüya gibi bu rüya da kolay olmuyor elbet.
lakin neredeyse her amerikan filminde olduğu üzere mutlu sonumuz garanti.
.
son tahlilde izlediğime sevinsem mi üzülsem mi bilemediğim bir film joy. rahmetli ecevit misali çekinserim. izleyin ya da izlemeyin diyemiyorum.
kafanıza göre takılın...
.

tom waits sever misin sevgilim?

böyle karlı havalara diyorum sevgilim, ölesiye tom waits dinlenilir.
tekrar
ve
tekrar.
.

13.01.2016

hâlâ

kısa hayat.
ve hâlâ uçuyor kuşlar..
.

9.01.2016

bridge of spies (2015)

film bittiğinde şunu düşündüm;ölüm ile yaşamı ayıran ince ve net çizgi gibi hayatın bizatihi detayları da ikiye ayrılıp taraf olmuş durumda. ah araftayım dostlar, orta noktalar, gri alanlar hayat kabızlığımızı örtbas etme çabamızdan başka bir şey değil aslında.
bir gün trende yolculuk ederken üzerinize hain yaftasıyla ve nefretle yönelen gözler ertesi gün bir kahraman edasıyla gülümseyebilir.
böyle durumlarda "stoyki mujik" (dik duran adam) olmak her babayiğidin harcı değildir.
.
film gerçek hikayeden alınmış. ama bu kadar güzel sadece spielberg aktarır ve tom hanks canlandırırdı herhalde. müthiş bir film olmuş. müthiş.
öyle ki henüz filmin girişindeki diyalogsuz, sadece eşyanın ve şehrin gürültüsünün hakim olduğu bir kaç dakikalık başlangıçta hissediyorsunuz farklı ve güzel bir film izleyeceğinizi. 
misal abel amca'nın aynaya bakıp kendi portresini çizmesi, çalan telefonu alo bile demeden, hiç konuşmadan sessizce dinlemesi, sümüklü mendiliyle sokakta yürümesi falan. bu filmde unutmayacağım sahneler. 
yine abel amca'nın çocukluğuna dair anlattığı "dik duran adam" hikayesi ve bunun filmin sonuna cuk oturması eşsiz sahnelerden biriydi.
.
öte yandan filmde üç defa geçmesine rağmen her seferinde hem güldüğüm hem hak verdiğim diyalog filmin başka bir "şaheseriydi" bence. 
bizde de benzer söz vardır hani; ölmüşle olmuşa çare yoktur diye.
ölüm ya da olması kaçınılmaz olan şey için endişe etmenin faydası olur mu?
.
abel amca bir santranç ustası gibiydi adeta. hani "rus mus" ama sevdim lan ben abel amca'yı. 
filmi de sevdim elbet.
imdb 'de 7.8 puanı boşuna vermemişler. hatta az bile vermişler.
öyle sevdim.
siz de sevin.
.




3.01.2016

the intern (2015)

bazı oyuncular var ki 1,5 saat hiç bir şey yapmadan öylece dursun. sıkılmadan izlerim. robert de niro abimiz de onlardan biri. hathaway ablamızla birlikte çok güzel kotarıyorlar filmi.
.
sonda diyeceğimizi başta diyelim ki işbu yazıyı bitirmeden filmi izlemeye başlayın.
-sıcak,
-eğlenceli
-iğneleyici
-sessizce gülümseten klasik bir amerikan yapımı.

galiba filmin  tek sorunu da amerikan yapımı olması! ille de o "mutlu sonu"  sıkıştıracaklar bir yere. bırak ablacım (nancy meyers) inceldiği yerden kopsun. sen de en az benim kadar biliyorsun ki gerçek hayatta öyle olmuyor o işler.
bir de iş görüşmesinde oksijen tüplü adamın işi ne allasen. burak aksak senaryolu filmlerde olur böyle şeyler. yapmayın.
.
ama  ve yine de bu iki arızanın dışında film bu soğuk havalarda tavuk suyuna çorba gibi şifa.
izleyin yani. ömür gedik'i filan es geçin..

robert abi'nin çift saate alarm kurması, her gün traş olması, sırf ağlayan kadınlar için cebinde her daim hazır tuttuğu mendili, gravat kolleksiyonu, 1973 model klasik çantası ve anne hathawayin güzelliği filmin altını çizdiğimiz diğer sekanslarıydı.. evet.


- beni yanlış anlama mutsuz bir insan değilim. sadece biliyorum ki; hayatımın içinde bir boşluk var ve bunu doldurmaya ihtiyacım var.
.


1.01.2016

the lobster (2015)

tek cümle ile;  sıradışı , çarpıcı, psikopat bir film.

collin farrell'i in bruges ve true dedective'den sonra bu filmde de çok beğendim. hani amiyane tabirle döktürmüş abi.

bir de şu finali izleyiciye bırakma "hastalığı" ve  hitchcock filmlerindeki gerilim müziği de olmasaymış tam olacakmış sanki.

ama ve yine de bu soğuk kış günlerinde hararetle önereceğim bir film the lobster.

izleyin. pişman olmazsınız.
evet.



- insanın hissetmediği hâlde hissediyor gibi davranması, hissettiği hâlde hissetmiyor gibi davranmasından daha zor.
.

ane brun - big in japan

yıl   ; 2016
gün ;1 ocak
saat ; 10:03
yer ; istanbul,
sıcaklık -2 derece
.
radyomda bir şarkı çalıyor.  çok az şarkı beni böyle çarpar.
bu şarkı işte, beni olduğum yere çiviliyor adeta..
sözlerinin anlamını bilmiyorum ama
ne kadar duru
ne kadar huzurlu bir ses
öyle değil mi?
.