eternal sunshine of the spotless mind (2004)
mevsim kış. önümüz yılbaşı. onun ardı sevgililer günü malum. netflix mi çok inceci, yoksa ben mi çok komplo teoriciyim? bilemedim. elimi dokunduğum yerde ya bir noel romantiği yahut arşivlerden gelen bir duygusallık. bir, bir mutlu sonlu amerikan rüyası mutlak. bu cumartesi öğleden sonrası. mevsim varsayılan ayarlarına dönerken film izlemek istedim. kim bilir belki de hayatım değişirdi? işte bundan kelli hayatımın filmini ararken netflix'in gündemdekileri pat diye sil baştan'ı yani blogların yeni başlayıp filizlendiği dönemde vizyona giren, aynı blogların niagara gibi çağlayıp önü alınamaz biçimde arttığı yıllarda meydan larousse'den kaynak verir gibi ilgili ilgisiz her bloggerın en az bir yazıda atıfta bulunduğu, 2004 yapımı eternal sunshine of the spotless mind. (telaffuzuna ayrı hastayım filmin. kendisine ayrı. keyt'e ayrı, cim keri'ye ayrı.)
.
işbu şekil, gündemdeki filmleri kurcalarken sil baştan'a gönlüm kaydı ilkin yalan yok şimdi. ama ve öte yandan "kutuma da bir bakayım acun bey" dedim. hem neme lazım büyük ikramiye oradadır belki. kırmızı mı mavi mi, hamdi bey buna ne diyor? bir ulusun milenyum sonrasındaki hafızasında silinemez çentikler, var mıyım yok muyum ben kimim candan hanım? derken lost'un doktor cek'inin oynadığı filmin afişini gördüm. 'lan bu kesin güzel filmdir' tiradıyla direk filme daldım. lakin şeytan ayrıntıda gizliydi. ses ayarını yaparken yanlışlıkla windows masaüstüne düştüm. netflix'imden ısrarla aynı filmi isterken bu sefer itörnıl sanşayn of dı spotlıs maynd bir kez daha düştü önüme. 'lan dedim selim, bu bir işaret.' koştum, balkonun kapısını açtım. işaret parmağıma tükürüp dışarı uzattım. hava oldukça kıştı. ve romantizm için şartlar çok elverişliydi. filmi izlemeye karar verdim. ama önce balkonun kapısını kapattım. sonra bir kova çayımı alıp filmi açtım. lakin işaretler, anılar, çağrışımlar ekranımdan lapa lapa yağıyordu. yahut benim küçük dünyamda böyle şeylere ihtiyacım vardı. ama önce şunu söylemeliyim ki; film hafızamdan tamamen silinmiş. ilk kez izliyor gibi merakla, heyecanla ve hatta not olarak izledim.
adamım cim keri -ki truman show'a kadar hiç haz etmezdim sıfatından ve oyunculuğundan.- benim gibi işe gidip eve dönen, hiç ilginç hikayesi olmayan bir adammış. bazen kafasına estiğinde -yine benim gibi- hastayım yalanına yatarak işe gitmiyormuş. ama tesadüfüm, çağrışımım, sarı saçlım, kan kırmızı gözlerim bu değildi. son bir aydır yine netflixte her akşam, terapi gibi en az bir bölüm, toplamda 4 sezon izlediğim dizi montauk diye bir kasabada geçiyordu. ve şu işe bakın ki itörnılsanşaynofdıspotlısmaynd'da da olaylar montauk'da başlıyordu ve yine orada bitiyordu. ve bu sabah büyük bir avemeye küçük bir alışverişe gitmeden kitaplığımda yan yatmış adeta üzgün, kırgın ve kızgın duran fakir kene'yi düzeltirken bir satır okumadan bırakmadım. altını çizdiğim satırlar şöyle haykırıyordu;
artık kış bize eski fotoğraflar gibi sevgilim.
rüzgar kuzeyden fena kuvvetinde
dünya bize eski zambaklar gibi çin
dünya bize çok acı sevgilim
.
kitabı kapadım. tezer özlü'ye yasladım. öyle çıktım evden. rüzgar sahiden fena kuvvetindeydi. kış eski bir fotoğraf gibiydi. filmin işte bir sahnesinde bu satırlar düştü yine aklıma. buzun üstünde yatıp yıldızları izliyorlardı ya. odios’a bakıyorlardı hani. filmi durdurup fotoğrafını çektim bu anın. ilk izlediğimde de beynim çekmişti fotoğrafı. teknoloji şimdiki gibi gelişmemişti. neyse, peşinden birhan hanım'ın dizeleri geldi. yok önce dizeler, sonra fotoğraf geldi. sonra da müthiş bir yazma isteği. hatta bugüne kadar hiç yapmadığım bir şey. yeni yılda yapılacaklar listesi yapmak falan. fıtratımda olmayan şeyler. galiba ve gerçekten yaşlanıyorum doktor. yaşlanıyorum..
.